CELLATLAR VE CESETLERİ

Bu da Böyle Biline 



Cellatlar görüyorum kanlı tepelerde. Hepsi beyaz cüppeler giymiş. Ellerindeki satırlar pek garip duruyor. Ağır devasa bir metal yığını, sallansa semayı delecek kadar da keskin. Sürükleniveriyor toprak üstünde. Yaratılıyor bir küçük vadiler. Soyuluyor toprağın derisi. Ölü deriler birikiyor. Yalnız gök öyle bir heybetli ki, rüzgar öyle sıcak vuruyor ki insanın yüzüne. Peşlerinde sürükledikleri cesetlerden, lanetli uğultular yükseliyor.
Ne korkunç bir sahne! Ne korkunç bir tını! Gri dalgalarla kaplı gökyüzü sarsılıyor. Ufuk delinecek mi? Cehennem şimdi yarılacak olan semanın kendisi mi? Dağların arkasından çirkin mi çirkin, kaynar bir kızıllık görünüyor.
Ölülerin ağzında bir melodidir gidiyor. İnsan için pek tiz! Köpekler için pek gür.
Kadim bir şarkıdır bu söylenen. Ezgisi ölüm kokusu gibi ağır ağır yükselir. Bu öyle bir yükseliştir ki etrafı sarar kara bir duman. Ne anneler çocuklarını tanır, ne çocuklar vurduklarının annesi olduğunu sanır. Kan kan üstüne, kemik kemik üstüne birikirken ölüler bir dağı andırır.

İnerlerken tepelerden bir zelzele beliriyor insan kalplerinden. Gelenlerin başı sivrilmiş kubbelerden oluşuyor, yüzleri çarpık. Dağ gibi bedenlerinin içi dalga dalga. Kukuletalı beyaz cübbelilerin şimdi geniş çıplak bir gövdesi var. 
Kiminin kafesinde ateş tutsak olmuş. Kavuruyor içini. Etleri dağlanmış, kemikleri kaynamış ama o ne ki ateş kul olmuş ona. Bir sürtük edasıyla yalanıyor, sürtünüyor bedenine. Ateşinin ellerinden tutmuş bu canavarlar, insan etinin yanık kokusuna alışıklar. 
Birinin kafesi suyla çalkalanıyor. Göçüşmüş bu beden ölmeyecek kadar kuvvetli. İradesi büküyor suyunu. Su becerirken sahibini insan etini bir jilet gibi kesmek için bekliyor. Ve kelleler var aşağıki köylerde, görüyorum onları, ağlamaya korkan.
Bölük pörçük bir vücut çürümeye yüz tutmuş. Kusuyor bedeni toprağı ama toprak ki onun buyruğuna girmiş. Bu dev eğilip toprağı tutuyor, toprak bir çarşaf gibi büzülüyor, toprak; çatlıyor, yarılıyor ve mezarlar çekiliyor cesetlerin üzerinden. Şimdi vadi çolak. Gökyüzü sert. İstenmeyen sıcak bir esinti var. Ufak bir çocuğun kömür karası gözlerinden şu sahne görülür: Köy ve onlar arasına, gökten indirilmiş olan dehşet verici büyüklükte bir şimşek çakıveriyor. Yırtılır gibi bir ses belki saniyenin onda birinde ya var ya yok. Kulaklardan şakır şakır kanlar geliyor. Sağırlık belki de atan kalplerinin sesini duymamaları açsısından onlara bir hediye.
Babalar kızlarına sesleniyor ama aralanan dudaklardan kelimeler dökülmüyor. Kimse yardıma gelmeyecek. Bir körlük baş gösteriyor halk arasında. Kimileri duvara vuruyor kafasını kimiler hayvanlarının içini yarıp oraya saklanıyor. Ortalık mezbahaya dönmüş.

Kül yağıyor. Yerler gökle bir oluyor. Küller ağlıyor mu? Ufukta beliren kızıllık buharı tüten bir kazan mı yoksa!

Bu bir rüya(?). 
Yoksa zamanı büken birileri mi var, olayları değiştiren.

Kırmızı dudaklı, kıvırcık saçlı delikanlı. Feryat figan bağırarak: ''Lanetli bunlar. Tükürün üzerlerine!'' diyor.
O sırada nereden geldiği belli olmayan cesur, atlı şövalyeler var. Üzerlerini kaplamış olan zırhlar gri gökyüzünün altında vahşice parıldıyor. Pek temiz, pek göz alıcı. Miğferlerinin altındaki yüzler de en az zırhları kadar parlak olmalı. Köy halkı umut dolu. Ama unutmamalı ki umut korkunun en büyüğüdür.

Kadınlar göğüslerini açarken atlılara, adamlar şövalyelere köle olmak için birbirini gırtlaklıyor. Yumruklar pek sert ve acımasız. Kadınlar birbirinin yüzlerini kesiyor. En fenası da tepelerdekiler daha yaklaşmadı bile. 
Atlılar pozisyon alıp dizilirlerken eziliveriyor halk cüsseli atlarının altında. İleride bu zaruret olarak adlandırılacak. Yine de biz atların tonlarca olduğunu ve ezilenlerin patladığını söylemeliyiz. Ezilenler? Çoluk çocuk, yaşlılar...Zaruret!

Kurtarıcılardan biri çiğ miğferini aralayarak çenesini açıkta bırakıyor. Güçlü çenesinin altında renksiz dudakları ince bir çizgi halinde gülümsüyor. Miğferinin sivri ucu sarı tüylerle kaplı. Bu kişi Hector. Arkasında ölülerini sürükleyen cellatlardan biri öne çıkıyor. Bu kişi de Stilgar.
Aralarında şu konuşma geçiyor:
''Kahraman olmak istiyorsan yanlış taraftasın. Eğer istediğin ölümse zaten bunu alacaksın.''
''İhanet etmemi mi istiyorsun?''
''Sen zaten bir hainsin Stilgar. Unuttun mu?''

O güne ne olduğunu yazmayacağım. Zira hikayenin devamı küllerle birlikçe uçmuştur.

İşte...zamanın elinde kızılca bir şiş var sevgili okuyucum. Ucu topuz. Dokuyor dünyamızı, tin tin ediyor makineler. Derilerimizin ipi günden güne gevşerken tutulamaz oluyor duygular, yünler dağılıyor birbiri içine. Gün geliyor başımıza başımıza vuruluyor baş kaldırışımız. 

Ve son olarak...
.
.
.

Zakkumun kendinden şüphe etmesi için hiçbir neden yoktur. Bu da böyle biline...

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar